Temmuz 29, 2011

Zikr-i Bala / Uyan Zerreler Raks Ediyor!

Ey gün, uyan, zerreler raks ediyor.
Bütün evren raks ediyor
Mutluluktan perişan olmuş ruhlar raks ediyor.
Kulağına rakslarının onları nereye götürdüğünü söyleyeceğim
Havadaki ve çöldeki bütün zerreler
İyi bilin, onlar sanki deliler
Her bir zerre mutlu ya da mahzûn
Hakkında hiçbir şey söylenmeyen güneşe tutulurlar

Hakikatte hepimiz üç pervâneyiz
Âşıkların dünyasında, efsâneyiz

İlki; mumun yanına geldi
Ve “Aşkın manasını buldum” dedi

İkincisi; alevin yanında kanadını çırptı
Ve “Aşkın ateşinde yandım” dedi

Üçüncüsü; kendini ateşe attı
Evet, evet bu aşkın manasıydı.

Sezai Karakoç / Köşe

Köşe I

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın


Köşe II

Evlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli


Köşe III

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin

Temmuz 28, 2011

ZM / İns Şeytanları Üzerine

şeytan uzakta değil, soyut, mecazi de değil, o yakında, burnumuzun dibinde.

"Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak."
Enam Suresi, 112

Enam Suresinde peygamberlere vurgu var, ama nas suresinde;

"Cinlerden ve insanlardan (olan vesvasm şerrinden)..."
Nâs, 6

Bu ayetle ilgili birkaç izah var der Razi (ra);

"Hak Teâlâ sanki şöyle buyuruyor: "Sinsi vesveseci bazan, cinlerden olur, bazan insanlardan." Nitekim başka bir ayette de "İnsan ve cin şeytanları..."(En'âm, na) buyurmuştur. Keza, cin şeytanları bazan vesvese verir, bazan da geri durur, iner. İnsan şeytanları da böyle olur. Çünkü o, kendisini adeta müşfik bir nasihatcı gibi gösterir. Dinleyen onu bu işten menederse, geri çekilir ve vesvese vermeyi bırakır; ama dinleyen onun sözünü kabullenirse, daha da ileri gider.
 "

***
evet, şeytan burnumuzun dibinde, klavyenin ötesinde, bir kadının sesinde, bir adamın gözbebeğinde..
öyle fazla kılığı, kılıfı var ki, biz onu göremiyoruz.
ama belli ediyor kedini, yaldızlı sözleri, farklı olduğu vurgusu, ve idrak yoksunu zekasıyla.

***
ben cinlere, perilere ve şeytanlara inanmayı seven, hayatı rüya gibi, kabus gibi, masal gibi görmeyi seven bi yeniyetmeyim. sürrealim bilime göre, ruhçuyum makul materyelistlere göre. 
bilimin bi çok özelliği bu yaşıma kadar çekmedi beni.
bilimin beş duyuyla var ettiği dünya bana yetmiyor.
gözlerimle görmek bana yetmiyor.
gözlerimin görmediklerini merak ediyorum.
kulaklarım, burnum, ağzım, ellerim.. yetmiyor bana.
belki arsızın tekiyimdir.
***

2011, temmuz

Cemil Meriç / İman, Hayat, Kadın ve Aydın Üzerine

İman üzerine;

"İnanıyorum da inanmıyorum da. Bunlar matematik birer realite değil ki. Zaman zaman inandım. Ama ne kadar inanıyorum, bilemiyorum. Eğer Tanrı olmazsa, hayat bir curcuna oluyor. İntihar tam bir hal çaresi oluyor o zaman. Camus'nun yaptığı da bu.(1) Sisyphos Efsanesi'nde söylediği gibi, ya inanacaksın ya intihar edeceksin. Üçüncü bir hal çaresi yok. Bunlar kaypak kavramlar. Kim ne kadar inanır bilinmez. Tanpınar benden aydınlık görüyor ve 'Evet' diyor. İnanıp inanmadığımı bilemiyorum. Müslümanım, müslüman bir çevrede doğdum. Ancak ne kadar inanıp inanmadığımın cevabını mahşer günü bilebileceğim."

Hayat Üzerine;

"Hugo'nun bir sözünü not etmiştim. "Hayat mezarların çözdüğü dolaşık bir yumaktır" diyordu. Buna mukabil şöyle söyler Neyzen Tevfik: "Çözemez kimse bu dünya denilen kördüğümü/ Yaratan ..... bilir ancak onun içyüzünü/ Bir delikten çıkarak bir deliğe girmekteyiz/ Önü zulmet, sonu zulmet, ..mişim gündüzünü." Bu sözlerin hiçbiri mutlak olarak ele alınmamalı elbette. Hayyam, "Efsane söylediler uykuya daldılar" diyor. Hepimizin söylediği bir efsane var. Hepimiz bir efsane söyleyip uykuya dalıyoruz. Bu, suale sualle cevap vermek. Bu suale cevap verilmez. Zor sualler bunlar. Münker Nekir sualleri gibi. Bir şairde mutlak hakikat aramak yanlış. Şair sözü... İlham var. Sokrat, bütün düşüncelerinin demon'dan geldiğini söyler. "Benim bir demon'um var, beni o konuşturuyor" derdi. Herkesin bir demon'u var. Yukarıdaki mısraları böyle anlamalıyız. Belli anlarda doğar şairin içine bunlar, bazen bir şimşek pırıltısı gelir, aydınlatır insanı. İnsan aydınlandığını zanneder. Şimşek pırıltısı geçtiğinde daha koyu bir karanlığın içinde kalır insan."
 


Nietzsche'nin "Sakın kırbacınızı yanınıza almayı ihmal etmeyin." sözü üzerine; 


 
"Budala. "İnsanın tanrı olmadığının tek belgesi göbekaltıdır" diyor bir yerde de. Küçüklük duygusundan ileri geliyor onun bu özelliği. Kadın bahsinde hiç bir zaman tatmin olmamıştır. Davet edildiği düğünde, geline evlenme teklif eder. Salaktı hazret. Dâhi bir salak. Tam bir erkek değildi çünkü tam bir insan değildi. Farkında olmadığı bir zaafı vardı kadına. Delirdi zaten."

Aydın üzerine;

"Aydın olmanın insana yüklediği büyük sorumluluklar var. Bu sorumluluğun idraki başka, uygulama imkanı başka. Belki ben aydın olmanın sorumluluğunu idrak ediyorum ama icaplarına ne kadar uyuyorum bilemem.
İnsan çok meçhullü bir problemdir. Mesela dilimle Büyük Doğu'ya mensubum. İnançlarımın bir kısmıyla da öyle. Yön de bir tarafım benim."

***
1986, Hüsamettin Aslan'ın, ünlü mütefekkir ve edebiyat tarihçisi-eleştirmeni Cemil Meriç (1917-1987) ile yaptığı röportajdan.
***

Temmuz 27, 2011

Yedi Nefs Makamı

1. Zulmet makamı olup nefs-i natıka, o makamda EMMARE adını alır.

2. Nurlar makamı olup nefs-i natıka, o makamda LEVVAME adını alır.

3. Esrar (sırlar) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MÜLHİME adını alır.

4. Kemal (olgunlaşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MUTMAİNNE adını alır.

5. Vuslat (kavuşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda RAZİYYE adını alır.

6. Fiillerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o makamda MARZİYYE adını alır.

7. Sıfat ve İlahi İsimlerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o makamda SAFİYYE adını alır.

Temmuz 26, 2011

Muhyiddin İbn Arabi / Şeceret'ül Kevn, Şeytanın En Sevmedikleri

bir gün Resullullah(sav) ile beraberdik. ensardan birinin evinde toplanmıştık. tam bir cemaat olmuştuk. sohbete dalmıştık. bu arada dışarıdan bir ses geldi;
-ev sahibi.. içeridekiler.. eve girmem için bana izin verirmisiniz? benim sizden bir dilediğim var.
bunun üzerine herkes Resulullah(sav) efendimizin yüzüne bakmaya başladı. efendimiz duruma vakıf oldu ve;
-"bu sesin sahibi kimdir bilirmisiniz" buyurdu, "o lain iblistir, şeytandır, Allah'ın laneti onun üzerine olsun" buyurdu.

***
...
kapıyı açtılar. içeri girdi ve bize göründü. bir ihtiyar, şaşı, aynı zamanda köse. çenesinde altı ya da yedi tane kadar kıl sallanıyor. gözleri yukarı doğru açılmış. kafası büyük bir fil kafası gibi. dudakları da manda dudağına benziyordu.
...
-buraya gelişim kendi arzumla olmadı, mecburen geldim. izzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. dedi ki; Allah Teala sana emir veriyor. Muhammed'e gideceksin. ama düşük, zelil bir halde. tevazu ile. ona gideceksin ve Ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. sana ne sorarlarsa doğrusunu söyleyeceksin. sonra.. Allah Teala buyurdu; "söylediklerine yalan katarsan, doğruyu söylemezsen.. seni kül ederim, rüzgara savurur.. düşmanlarının önünde seni rüsvay ederim." işte böyle ya Muhammed, o emir üzerine geldim. bana arzu ettiğini sor, şayet doğru cevap vermezsem düşmanlarım benimle eğlenecek. benim için düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor birşey yoktur.

***
...
Efendimiz sordu;
- "halk arasında en sevmediğin kimdir?"
-sensin ya Muhammed, Allah'ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur.

- "benden sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?"
- müttaki bir gence ki.. varlığını Allah yoluna vermiştir.
- "sonra kimleri sevmezsin?"
- kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan alimi..
  temizlik işinde yıkadığı yeri üç defa yıkamayı adet edinen kimseyi..
  sabırlı olan fakiri..
  şükreden zengini..

  ***

MUHYİDDİN İBN ARABİ / ŞECERET'ÜL KEVN

Pachelbel - Canon in d Major

Mevdudi / Hicab'tan

"onlar gerçekten "müzebzebin"dir.
yani o tarafımı, bu tarafımı tercih edeceklerini bilmeyen, tereddütün sallantısı içinde bocalayanlardır.

islami değerlerle batı medeniyetinin sosyal prensiplerini meczederek, yarı islami ve yarı batılı bir millet vücuda getirmeye çalışmak ve hatta her iki sistemden kendileri için faydalı gördüklerini almaya çalışmak.

hemen söyleyelim ki bu adamlar herşeyden evvel böyle bir imkansızı gerçekleştirmeyi kafalarına koyan ahmaklardan başka birşey değillerdir.

çünkü cinsleri ayrı olan ağaç dalları aşı tutmaz."

MEVDUDİ / HİCAB


***
ne kadar somut batı. güzelliği bile "göz"le anlar. hissedemez güzelliği.
ne kadar mana doğu. güzelliği bile soyut görür. hicab hisseder.

biri teşhir eder, düşürtür, alçaltır, öteki utanıp diğerinin yerine sanki, yüzü kızarır,
hicap eder.
***

Temmuz 25, 2011

Rüzgar Kar ve Yağmur

Meltemdi. Rüzigardı.
Tatlı, hoş bir esinti.
Rahatlatan, dinlendiren, daldırıp gözleri düşündüren.
Anımsatan, dudaklarda tebessüm bıraktıran. inceden hissedilen, ılık bir rüzgardı.

*

Kardı.
Üşütmeyen, gece yavaşca yağan,
camları buğulandıran, pencereye yapışıp seyredilen.
nedensiz bi hüzün veren ama gene de neşe veren,
evet, o kardı.

*

Yağmurdum.
Su olup, şimşekli çaktığım, yıldırımlı parladığım.
Bir köşeye çekilip cız cız yağdığım.
Sudan olup, ateş gibi yakmaya çalıştığım.
Yavaş, hızlı, birdenbire beklenmedik,
tüm hallerinde yağmurdum.

2011, Mart 30

Hasaretin Sebebi

Var olma kastıyla yok etmeyi isteyip tüm mahluku
yokluğa düşerim.

2010, Eylül 3

Adsız

Aynam mısın
Gülünce yüzüne aynen güldüğün
Somurtunca da aynısını
Yüzüme vurduğun

Bakmasam olmaz mısın
Karşımda durmaz mısın
Söyle
Bir gün bakmasam yüzüne
Olmaz mısın?

2010, Mayıs 8

Kifayetsiz Muhteris

Yolu yok bunun
hiç olmayacak da.

Var olmak isteyeceksin
bir maddesi olcaksın en fazla
bilmiş bir kitabın.

Var etmeye hevesleneceksin
artı biri olacaksın en fazla
dolmuş bir listenin.

Yırtacaksın kendini
'biri' olmak için
içlerinden biri olcaksın en fazla.

Hiçbir düşünce yatıştıramayacak hırsını
dua bile serpemeyecek içine su
yanıp duracaksın.

Hepsi hepsi duvarda bi tuğlasın
bunu bile pink floydun bulduğu.

Yolu yok bunun
hiç olmayacak da.

2010, Ocak 6

Sunan

Bir cümle bile olsam
yazdığın birşeyde
onu görsem.

Belki de bir mısra
çıksa dudaklarından
onu duysam.

Yahut içinden
içinden bi cümle söylesen de
onu hissetsem.

Ve ismim
ilk ne getiriyorsa aklına
onu bilsem.

Sonra bir gün
bir gün uzaklardan çağırsan da
işitip gelsem sana.

2010, Ekim 7

Gök'ün Yüzünde

Ruhuma gir, birleşip uçalım düşlerde
Bir şey var, içinde sen olan düşlerde
Bir şey ki, içimde büyü olan seslerde
Ruhuma gir, söyleyip çoşalım seslerde

2009, Nisan 13

Yeis Öyle Bir Bataktır Ki

Ruhuma mana vermeye çalıştım
Gerçek ve yansımasıyla çakıştım
Keşifler ararken sürgülü kapıda
Kapının kapanışına alıştım.

2008, Aralık 19

Temmuz 22, 2011

Abdulkadir Geylani / Gizliden Sesler'den II

Allah'ın rahmet kapısına teşvik
"kalbini muhafaza et, kalbini.
huzur içinde yaşa, huzur.
şahsiyetini elde tut, elde.
kalb alemine dal.
utan, utan..
Allah, Allah, Allah..
sonra yine Allah, sonuna varıncaya kadar böyle."

iman ağacı
"Ey dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan.
Ey sultanlar yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde ismi geçmeyen çaresiz adam.
Ey aç, cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin.
Ey bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan, hiçbir maksadını yerine getiremeyen, gittiği kapıdan kovulan, mescit köşelerinde kalan, sokaklarda sürünmekle gününü geçiren adam.


Senin bu anlattığım hallerde:
- “Allah beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan etti, terk etti. Buğzetti. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Padişahlar katında, arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Halbuki başkalarına bol nimetler verdi. Günleri geceleri o nimetler içinde geçer oldu. Halbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Adem, anamız Havva. Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?” gibi sözler sakın senin ağzından çıkmasın.

Senin bulunduğun hali anlatalım: Bir defa Allah-ü Teala’nın seni bu halde bırakması bir hikmeti icabıdır. Çünkü senin yaratılışında bir hürlük vardır. Allah tarafından sana sabır, rıza, muvafakat verilmişti ki, bunlar en büyük nimetlerdir. Aynı zamanda iman, ilim, tevhid nurları sende vardır. İman ağacın daha eskimemiştir. Tohumları ve fidanları henüz çürümemiştir, kuvvetlidir, yaprağı boldur. Her gün dal salmakta, çeşitli gölgelik vermekte, ayrı ayrı yönlerden büyümekte ve meyve vermektedir. Senin çalı ile değnekle, onu muhafaza etmene, büyütmene, beklemene lüzum yoktur…
Allah sana, dünya işlerinde az fakat rahat edeceğin şeyleri verdi. Ama ahirette hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen büyük nimetleri senin için hazırladı. Bunları orada sana çok bol olarak ihsan buyuracaktır.

 Ayet:
- “Hiçbir nefis, kendileri için öteki alemde hazırlananların neler olduğunu bilmez. Halbuki onlar gayet mesrur edici şeylerdir. Yaptıklarınıza mükafat olarak verilir.”

Bunun manası şudur: Allah’ın emirlerine uydukları ve bu yolda devam ettikleri için bunlar kötülükleri bırakırlar, Allah’a teslim olur ve her işlerini ona ısmarlarlar. İşte o büyük mükafata bu sebepten ererler."

"zaman olur, benliğin tamamen ölür.
bir hayali varlık gibi gezersin.."

hayır ve şer iki meyvedir, hadisi üzerine
"bir kalpte iki sevgi yaşayamaz."

...

ABDULKADIR GEYLANI
FUTUHU'L GAYB

Abdulkadir Geylani / Gizliden Sesler'den I

dünya'nın hali
"sahrada bir adam çıplak kazayı hacete oturmuş. hem edep yeri görünüyor, hem de kötü koku geliyor. sen mecbursun hem burnunu tutacak hem de gözünü kapayacaksın. işte dünyanın hali. ondan kurtulmak için hem gözünü kapa, hem burnunu tut."

kalbin hastalığı
"Allah'ın iradesi dışında birşey isteme. ondan başka birşey istemek boş bir temennidir. akılsızlıktır. böyle bir hevese düşme. merhametinden uzak kalırsın."
"insana en çok yakışan şey istiğfar ve tevbe etmektir."

Allah'a yakınlık
"heves ettiğin şeyler üçe ayrılır.
senin nasibindir, başkasının nasibidir, ne senin ne de başkasının nasibidir.

senin nasibin ise, ihtirasa düşüp ardından koşsan da gelir, koşmasanda. istesen de istemesen de.
başkasının nasibi ise, çırpınman niçin? o şey sana hiçbir zaman gelmez.
kimsenin nasibi değilse, o şey fitne ve tecrübe için yaratılmıştır. böyleyse akıllı kimse kendine celb etmeyi arzu eder mi?

 o halde bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. hiçbir makam arzu etme."

Allah'a vasıl olmanın yolu
"evet, insanoğlunun bu dünyada başına en çok gelen şey bela ve mihnettir. iyilik arasıra gelir.
eğer insan ibret nazarı ile bakacak olsa hayat ve iyi geçimin yalnız öbür aleme mahsus olduğunu anlayacaktır."

hakkı şikayet etmemek
"ademoğlunun başına gelen belalar ancak itirazından dolayı gelir.
dilini şikayetten sakla."

Allah'ın verdiğine razı olmak
"mağrur olma, sonra senden daha şerli kimseleri başına bela eder."
"Allah'ı bırakıp mahluka da güvenme, şirk olur."

"Allah'ın verdiği hükümlere karşı olma, seni ezer.
o'nun işlerine karışma, rezil olursun.
gafil olma, uyandırırsa utanırsın.
sırlarını yabancılara açma, utanırsın.
o'nun gösterdiği yolu, keyfine göre tefsir etme, yerin dibine batarsın."

...

ABDULKADIR GEYLANI
FUTUHU'L GAYB

Temmuz 21, 2011

ZM / Nefs Zedesi

***
iyiyi seçecek kadar güçlü değil. o zaman kötüyü bilmesi, içine girmesi gerekir. kötünün içine girince de en olması gerekir. seçemedi, kazanamıyor. hem kötü hem kaybeden olmak.

kıskanç. beşeri sıfatların hepsinden haberdar. sahip doğması, sahip olması gerekir. doğmadı, olamıyor. hem kıskanç hem kaybeden olmak.

en'liğin ve eşsizliğin hevesiyle geçiyor ömrümüz. haz ve hazımsızlık. bundan başka ne düşüyor payımıza.
hiç.

çare ne ki?
çare sınav, çare sabır.
sonu kahır.
***

Temmuz 20, 2011

Leonard Cohen / The Partisan 1969

Charlotte Bronte / Jane Eyre'den I

"..nefret etmenin ve nefret edilmenin korkunçluğunu gördüm."
syf: 85

"gözlerimi yaklaşan sonuma dikip, huzur içinde yaşıyorum."
syf: 127

"..bu gülümsemenin ince bir zekanın, gerçek bir cesaretin dışavurumu olduğunu biliyorum."
syf: 144

"birçok insanın onu çirkin bir adam sanacağından eminim. yine de tavrında öyle bilinçsiz bir gurur, davranışlarında öyle bir rahatlık, dış görünümüyle ilgili öyle mutlak bir kayıtsızlık, öyle kibirli bir güven, herhangi bir dışsal çirkinliği gideremeyecek başka erdemleri ve güçleri olduğuna ilişkin öyle güvenli, adeta küstah bir inanç okunuyordu ki, ona bakan, onunla birlikte olan insan ister istemez onun bu umursamazlığını paylaşıyor, hatta bir kusur işleyerek, körü körüne onun güveniyle inancına ortak oluyordu."
syf: 271

"bay rochester guruluylu, alaycıydı, her tür bayağılık karşısında acımasızdı, ruhunun derinliklerinde bana gösterdiği kibarlığın, birçok kişiye gösterdiği adaletsiz kabalıkla dengelendiğini biliyordum."
syf: 299

"baktım. bakmaktan şiddetli bir zevk aldım, yine de değerli bir acıydı bu."
syf: 351

"aşık olma niyetinde değildim."
syf: 351

"o, onların türünden değil, onun benimle aynı türden olduğuna inanıyorum. onunla akrabaymışım gibi hissediyorum. yüzündeki ifadenin ve hareketlerinin dilini anlıyorum."
syf: 352

"bayan Ingram gösterişliydi ama samimi değildi. güzeldi, bir sürü parlak yeteneği vardı ama zihni zayıftı, kalbi karakteri gereği çoraktı.
... özgün değildi; kitaplardan okuduğu kulağa hoş gelen sözleri tekrarlıyordu, hiçbir zaman kendisine has bir fikir öne sürmezdi, zaten böyle bir fikri de olmazdı."
syf: 373

"onların hiçbir zaman sebep olamayacakları kadar keskin, şiddetli acılar ve hazlar canlanmıştı içimde bu yüzden onların havası beni ne kötü, ne de iyi yönde etkiliyordu."
syf: 451

"elime yumuşak, siyah bir kalem aldım, ucunu yumuşattım ve çizmeye başladım. kağıdın üzerine geniş ve çıkık bir alın çizdim..."
syf: 457

CHARLOTTE BRONTE / JANE EYRE
CILT 1

paha biçilemeyen elmaslar

"ll ent est de la valeur des hommes comme de celle des diamans, qui, a une certaine mesure de grosseur, de purete, de perfection, ont un, prix fixe et marque, mais qui, par-dela cette mesure, restent sant prix, et ne trouvent point d'acheteurs.."

"elmasların değeri nasılsa insanlarınki de öyledir. nasıl ki elmasların belli bir büyüklük, saflık, kusursuzluk derecesine kadar belli ve sabit bir fiyatı vardır, ama bu derecenin ötesine geçildiğinde paha biçilmez ve alıcısı bulunmaz ise.."

Sebastien-Roch Nicolas Chamfort

Tagore / Rüya

...ama hep o merak
o merak ki
giderek büyüyüp gelişerek kendi kozasında,
ve o merak ki
darmadağın edip kafamı
durmadan hep aynı soruyu sormada;

acaba o da görmüş müdür?
bir saman alevi gibi yanıp sönen
bu huzur dünyasının
tarifsiz mutluluğunu
kendi rüyasında.

Tagore / Öyleyse

öyleyse, son şarkıyı söyle de gidelim.
unut bu geceyi bitince.
kimi sarmak istiyorum kollarımla?
düşler tutsak edilemez ki.
istekli ellerim boşluğu bastırıyor yüreğime,
göğsüm çürüyor.

Notre Dame de Paris / Belle



Notre Dame de Paris Sonudtrack / Belle

Şey

Benim Allah'a sorduğum soruyu bana sordu.
Gözünde neyim dedi.
Gözümde bir şeysin dedim.
Her'i, hiç'i sana kalmış.
Kendi kaderini tayin etme hakkını veriyorum sana dedim.
Bunu duyduktan sonra hiçbir şey olmayı seçti.
Kabul ettim.
Her şey olmayı seçseydi,
her şey olacaktı.
Önüme baktım, bana verilene razı oldum.
Hiç üzülmedim.

2011, Temmuz

Temmuz 18, 2011

ZM / Zaman Üzerine

ne saçma, yaş farkından bahsetmesi insanların. yaş farkı değil, yol farkı, mesafe farkı insanlar arasındaki.
kimi önden gitmiş, beriki daha sonra başlamış yürümeye.
zaman da böyle. saatlerin ne önemi var. ayların. yılların.
insanlar arasındaki tek uzaklık mesafedir. saatlerle, yollarla ölçülemeyen mesafe.
bu yüzden yaş kıstası manasız. ne önemi var, evvelden doğmanın.
ne zaman yürümeye başladın, yollara düşmeye başladın bu önemli.

bırakalım yaşı.. sen, ben, o, öteki, beriki, niceleri yola düşmüş arıyoruz.
benden daha evvel yürümeye başladın diye, seni takip edecek, arkandan gelecek değilim.
benden daha geç yolu buldun diye de, sana yol tarif edecek değilim.
sen yoluna, ben yoluma, o yoluna.
arada çakışır yolları insanların, yoldaşların.
laflarlar.


2011, temmuz 18.

Temmuz 17, 2011

Gigliola Cinquetti / Non Ho L'età 1964

ZM / Varoluşçuluk, Sosyalizm ve İslam üzerine

“sanırım değişen benim, bunu anlamak güç değil, hoş da değil elbette. Başka çıkar yolu yok, bu değişimlerin ben’den olduğunu kabul etmem gerekiyor. Bir şey daha var: çok az düşünen bir adam oldum. “

Ne kadar ben’iyle şahlandırıp öznesini, bitirse de cümlesini Sartre, katılmalıyız ona ve çizmeliyiz altını cümlesinin. Bunu ‘hepsi hepsi duvarda bir tuğla’ olan ben de söylesem doğruluğu değişmeyecek.

İstediği kadar ortada olsun hakikat, biz onu etrafını çevirmiş pencerelerden seyrediyorsak, hepimiz baktığımız yere esas, gördüklerimize de en güzeli diyeceğiz. .

***

“ağzında o kim bilir hangi fırından çıkma şeyi
Bilsin aslanlığını bilecekse o hayvan
Kükresin de görelim ekmeği ağzından sarkıtan
Azan tek duramaz azan azdığıyla kalmaz
Azma bahanesidir azlık

O senin ekmeğe diş geçirmiş aslan teranesini
Gel de benim külahıma anlat”

Aslanın ağzından ekmeği alıp, tahtından indirmek isteyen Marksizm.
Dönemin hâkim anlayışı liberal rasyonalizm’e karşı başlıca alternatif diye bahsediyor A. Heywood Marksizmden. Hâkim anlayışın yerine geçmek isteyen hevesli Marksizm.
Gördüğü, dokunduğu, beş duyusuyla var ettiği dünyasının eşit bir yer olmasını düşleyen ümitvar Marksizm.
Sınıf bilinci gelişirse çatışma kendiliğinden olacak, kavga idimizde var diyen, asi, dik başlı Marksizm.
Ve gerçekleştiğinde komünizm, kendi kaderini kendi şekillendirecek insanlar dolacaktı yeryüzünde, hayalci Marksizm.

***

“Bu mekanik aşağılık dünyadan, idare, hukuk, siyaset, çekişme, itişme, keşmekeş, kaba çirkinlikler, mutlu hayatın rezillikleri, günümüzün ahmak ve mutlu azınlıklarının bir kurtuluş kapısıdır.”

Ütopyacılığın alt başlıklarından görülür idealizm. Olması gereken, istenenlerdedir kafası. Çözüm bulamaz, kızar, içerlenir de savaşlara, ‘adil savaş’ların nasıl olması gerektiğini der bize.

Saldırganın ancak adil olarak, bir iyiyi gerçekleştirmek, kötüyü önlemek maksadıyla hareket etmesi gerektiğinden bahseder. ‘Hangi savaşı iyiler başlatır’ı sanki hiç düşünmeden.
Özünde iyi biridir idealizm, zaten onun kalbi hep temizdir.
Keşke mümkün olsa, olabilse de görsek, görebilsek idealizmi.
Belki iyi insanlar olursak görebiliriz.

***

“Çevreye belli bir aşinalık sağladıktan sonra Paris’in 16. Kısmında Götebourg sokağı 15 numaralı apartmanda kapalı kapılar ardında birkaç kitabımla baş başa kalmıştım. İki şey dışında her şey benden ayrılmış veya ben onları terk etmiştim. Herkes ve her şey bende bitmişti. Bu iki şeyden biri Mevlana’nın mesnevisi, diğeri ise yalnızlığımdı.”

“dünya görüşlerini üç kümede toparlayabiliriz, Maneviyatçı, Materyalist ve İslami.” Sonra devam ediyor, Aliya İzzetbegoviç;
“En eski zamanlardan bugüne kadar ortaya atılmış bütün ideoloji, felsefe ve düşünce sistemleri bu üç temel dünya görüşünden birine dayanmaktadır. Bunlardan birincisine göre, yegâne veya esas varlık “ruh”tur, ikincisine göre maddedir. Üçüncüsüne gelince, o ruh ve maddenin bir arada var oluşundan çıkmaktadır.“

Ve zıddiyetler cetveli şeklinde önümüze çıkarıyor düşüncesini. Materyalizmin maddesiyle varlığına, maneviyatçının ruhuyla şuuruna, İslam’ın tek kelime “insan”ıyla tamamlıyor buluşunu.
Reddetmiyor maddeyi, olmaz demiyor ideallere, felsefelerin, bulunan, denenen ideolojilerin üstüne kendince bir buluş bulup, belki de bunu denemeliyiz diyor Begoviç.

Yehova hükmetse de dünyaya biz hala dindışında yaşıyoruz. Ve dinden bahsetmenin güçlüğünü yaşıyoruz.

“evet, ilmektir boynumdaki ama ben
Kimsenin kölesi değilim
Tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
Tarantula benim adım diyecek değilim”

***
Sonuçta ve sonunda,
Baktığımız yerden hep güzel görünenler ve hep gerçek dediklerimiz.
Herkes doğru, söylediklerimizin hepsi de gerçek ama,
Muhakkak vardır bir hakikat.
***

Alıntılar;
[1] J.p Sartre, bulantı, oda yayınları, syf: 10
[2] İsmet özel, Of Not Being A Jew, şule yayınları, syf: 12
[3] Ali Şeriati, yalnızlık sözleri, fecr yayınevi, syf: 135
[4] Şeraiti, syf: 57
[5] İsmet özel, syf:10

2008, aralık 4

noktayım. bu koca alemde.

kendi keşfini bile yapamamış. melankolilerde yaşamış ve hasta düşmüş bir ruh.

varlığı kabul edilmiş ve heryeri kaplamış baş ağrısı. bulanıklık, karartı, yemeğe karşı olan duyarsızlık. nerden geldiği bilinmeyen kızarıklıklar. boğuk, mutsuz bir ses. savunmalarla saklanmış boşvermişlik. bazen geçici duygularla taşsa da bilinmezlik ve ümitsizlikle daralmış bir ruh. hiçbir şeyin tek bir şeye değmediğinin kabullenişi.

burda cümlesini çoktan bitirmiş bir cümle var. onu virgülle yola devam ettirecek cümlelere ihtiyacı var.

noktadan sonsuz cümle sahibine yapılmış bir duaydı. umarım cevabı gelir.

Temmuz 15, 2011

Temmuz 14, 2011

Tagore / Uzaktan Uzağa

aslında seninle benim aramda
bir oyun bu
uzaktan uzağa.

ZM / Bumerang

Düşünmekle başlar her şey. Yoktuk ve var olduk. Şimdi o kadar çok varız ki. Ne mi var? Her biri başka bir vücutta hayat bulan düşünceler… Zamanla geliştik, çeşitlendik ve de ayrıldık çünkü artık bir yere sığmıyorduk. Önceleri bir ya da iki çeşittik, her şeyi adlandırmaya yetiyordu bu şeyler. İyiydik ya da kötüydük. Böylece dünyadaki ilk düşüncenin aslı arayan seçenekleri olmuştuk.

Ve iyi düşünmeye başladık, zamanla iyilerimiz değişti. İyi gitmiş iyiler gelmişti. Sonra gördüğümüz, aklettiğimiz ya da hissettiğimiz şeylerde oldu iyilerimiz. Görmekteyse güzel-çirkin, akletmeyse güçlü-güçsüz… olduk bulunduk. Seçenekler çoğalıyordu ve zorlaşıyordu cevabı bulmak. Ve düşünce; o kadar sonsuzdu ki onu bir yerlere sıkıştıramıyorduk.

Aklımızla düşünerek bulacaktık iyiyi. Ve iyiyi kuracaktık dünyamızın üzerine. Ama iyimiz kurallı olmalıydı, herkes de uymalıydı ve sadece ‘benim kanunum’ doğru olmalıydı.  Düşündük ve düşündüklerimizin esiri oldu çoğumuz. Sonra da düşündüklerimize esirler yaptık. Artık düşündüklerimiz yıkmak içindi, çünkü düşünmek farklı bir şeyler aramaktı. Ve düşündüklerimizi görmek istedik, bazen bir düzendi yapmak yahut ta değiştirmek istediğimiz. Değiştiriyorduk ama sağlamlaştıramıyorduk. Binalardaydı düşündüklerimiz, bu yüzden onların ayakta kalabilmesiyle mümkündü, sarsılmaz düşüncelerimiz. Bazen aniden gelen depremler, bazen de yeni bir düşünce-bina yeniliyordu bizi. Yineliyordu bizi.  

Görerek ulaşacaktık iyiye. Bu yüzden güzeli aramakla başlamalıydık. görmek istiyorduk, kamaştırmak istiyorduk ortalığı. Işıltılar, parıltılar doğmalıydı gözlerimize. Güzeller iyiydi fakat çirkinler köyüydü. Ve kötülük çirkinlikle anılmaya başlamıştı. Sefalet, cehalet çirkindi böyle olanlar, hatta doğanlarda. Ve çirkinler güzelleşemezdi, aynalarda görülemezdi.                     

Hissedecektik iyi olmayı, olmasa da öyle düşünmeyi. Haksızlıklar, güçsüzlükler, çirkinlikler bunlara yer vermeyecektik düşündüklerimizde. İyi olacaktık ama kötülüklere hep uzak kalacaktık. Hayaller kuracaktık, gerçekle ilgisi olmayan hayaller. Düşlerdeki Ülkemizde sadece istediklerimizin yapıldığı ‘kraliçe’ olacaktık.  Pembe bulutlu, acıların ve gerçeklerin bulunmadığı bu yerde yenilecek ve kötüleri seyredecektik…

Ve düşünerek…İyimiz burada mıydı? Onu hiç göremedik ve sanırım göremeyeceğiz de. Çünkü o, sadece gözlerle, sadece hislerle ve sadece akılla algılanamaz. Aslında çok kapsamlı her üçünü de içine alabilir çünkü o aslında her şey. Burada ne güçsüz var ne çirkin ne de bir başkası. Dünya üzerindeki tüm ayrımları başlatan ve bir gün belki de sona erdirecek olandır,

Peki, nasıl mı düşünmeliyiz? Aklımızın başlattığı, gördüklerimizin şekillendirdiği ve hislerimizin nihayete erdirdiği bir düşünce. Yani hepimizi içine alan bir düşünce. Bazen düşünceler sadece yıkmak içindir, bazen de birleştirmek.

Düş-ünmekle başlar her şey. Yoktuk ve var olduk. Şimdi o kadar çok varız ki. Ne mi var? Her biri başka bir vücutta hayat bulan düş-ünceler… Zamanla geliştik, çeşitlendik ve de ayrıldık çünkü artık bir yere sığmıyorduk. Önceleri bir ya da iki çeşittik, her şeyi adlandırmaya yetiyordu bu şeyler. İyiydik ya da kötüydük. Böylece dünyadaki ilk düşüncenin aslı arayan seçenekleri olmuştuk.

2008 / Mart   

ZM / Hayatı Çekilebilir Kılan Nedir?

***
Hayatı çekilebilir kılan nedir? Eğer sorgulamışsanız yahut çekmişse şüphe sizi bir kere içine, takılacak bu soru bir gün aklınıza. Niye mi? Çünkü her şey varlığa anlam bulmayla çalışmakla başlamıştı.
Şimdi bir ayrım daha ekleyeceğim ayrımlar listesine. Bazıları yaşarlar. Belki sürdürmektir bu. Evet, bazıları sürdürürler yaşamını. İşte yaşamını sürdürenler ve diğerleri. Bu olsun bu yazıdaki ayrımın adı.
Kalıtım mı yoksa bir şeylerin etkisi mi, ama bazıları sürekli huzursuzdur. Hep rahatsızdır. Kasları bile kendi gibidir bunların. Her şeyin eksik, olmamış, çirkin yönlerini görürler. Bok gibidir çoğu şey bunlara. Belki mükemmeli bilmenin ama ona sahip olmamanın verdiği bir şey, belki bir hasettir bu. Alaycı, kibirli, tek cümlede nefsine yenilmiş beşerlerin tavrıdır bu hazmedemeyiş.
***

2009/ nisan
     

Zeynep

Özüyle zeynini zayi etti aynada Zeyneb.

2010, Mart 18

Kalbi Karnında Olanlar

Karnımda atıyor, nefesim benim
Hepsinde nefesim, nefisim benim.

2010

Kalbi Gözlerinde Atanlar

Göz kırpışı atışlarıydı kalbinin
Gözleriyle yaşardı kendi pür-ama

2011, Mayıs

ZM / Sisin Gidişi veya Bitişi

Sis gibidir. Yoğunluğu derinlik sanılır. Belirsizliği ve kasveti içine çeker. İçinde kaybolmayı düşlersiniz ve kaybolursunuz.  Peşinden yağmur da gelebilir. Gelirse ıslatır. Ama siz haşin tepelere çıkmak istemişsinizdir bir kere. Sisi de yağmuru da sizin sanırsınız. Ama oranındır aslında. Gidilen yerindir sahiplendikleriniz. Bazı günler damlalar düşer üstünüze. Parıldarsınız. Kendinizi parıltılardan biri sanırsınız. Oysa siz parıltılmışsınızdır. Ordasınız diyedir her şey. Sonra başka yerlerde olduğunuzu anlarsınız. Sisi ve yağmuru da anlarsınız. Sizin olmadığını da anlarsınız. Haşin tepenizden atlama zamanıdır artık. Atlarsınız. Ve ölürsünüz. Ve yine sis gelir. Peşinden yağmur da gelebilir. Artık ıslanmazsınız. Parıltı olmuşsunuzdur çünkü.

2008 / ağustos

ZM / Benim Ben'im

        Ben. Acaba hangisi? Olduğum mu, olmak istediğim mi? En iyisi baştan beri olduğumla sürsün bu yazı.
        Ben aslında diğer tüm benler gibi var olmaya çalışan, varlığının bilincinde olmaya çalışan bir ben’im. Beşer doğdum, insan ölmek tüm çabam. Sevgilerim, nefretlerim, zevklerim ruhumdur benim. Ruhum; benimin en kutsal parçası. Korkularım, kaygılarım da var benim. Bunlar ben’imin en içten tepkileri.
        Ben; en çok sevilen şarkıdır aslında. İniş ve çıkışlarında kendini bulduğun. Ben hiçbir zaman güzel bulmadığın vesikalığındır aslında. Ve ben; “çocukluğundan beri etkisinde kaldığın şeylerin özetidir” aslında.
        Devletlerin tarihi, ben’lerinse geçmişi var. Belki gene tekerrürlerle dolu. Hep aynı yapılmazlarla, edilmezlerle dolu.
        Bu bir ben yazısı. Ve benim yazım. İçinde –di’li geçmiş zamanla çekimlenmiş yaşadıklarım olmadı belki. Ama tıpkı benim gibi, bana ait, bana has bir şey oldu.

2010 / mayıs

Gayret

Bela verip başına,
dara düşürürmüşsün
Sevdiğini,
Bölmesine katlanamazmışsın
sevgisini,
Sonra da delilik katıp
sevgisine,
Rüsvaylık yollarmışsın
sevdiğine.

2011, Şubat

Dünyam

Küçüktü dünyam benim
İçinde huzurum olmazdı.
Sorunlar takardım kafama
Kafam sorun sormazdı.

Küçüktü dünyam benim
İçinde barınamazdım.
Zırıltılar duyardım çevremde
Benim çıtım çıkmazdı.
Zıtlıklarıma zırlardım.

Küçüktü dünyam benim
İçinde duramazdım.
Dertlerimi büyütürdüm koca koca
Birinin ölümünü görmek nasip olmazdı.

Küçüktü dünyam benim
İçine sığamazdım.
Sıralanırdı peşpeşe ukdeler
Bir devirimci domino taşı bulunmazdı.

Küçüktü dünyam benim
Ne içine sığar,
Ne de dışında kendime;
bir dünya kurabilirdim.

Zaman yitip giderdi.

2011, Mart

İyi'ye

Gitme içimden uzaklara
Atsamda seni dışarı
Nolur öyle yavaşça
Öyle sakin, sıradan
Çıkarsa da öteki dışarı
Gitme içimden uzaklara.

2011, Nisan.

Adagio

İkindi üzeri
Tepenin üstünde
Sallandı otları mezarının.
Rüzgar uğuldarken
Kırı sarmıştı çoktandır
Unutulmuşluk.
Zaman belki 1743
Güz üstünün ağustosu.
Unutulmuş tepenin
Gizli kalmış yeşilliğinde
Bir ikindi üzeri;
Beyaz taşının yazıları bile okunmazken
Sallanıp durdu otları
Mezarının.

2011, Nisan 21