Aralık 29, 2014

The King



Kingdom of Heaven / King Baldvin IV

Benim aşık olduğum Kral buydu. Ta kendisi.
Kibirli, gençliği çok güzel, zeki ama kaybeden Kral'a. Cüzzamlı Kral'a.
Afili kaybeden Kral'a.
Edward Norton'u da es geçmeyelim.

-Selahattin bahis dışı, o zaten Sultan, doğunun ve Kudüs'ün muhteşem Sultanı-

Aralık 24, 2014

AZ

“Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin?
Haklısın. Belki de çok az.

O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum. Az.
Sen de fark ettin mi; Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.

Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.

Bu yüzden belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır. Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.”



''Seni az seviyorum'' dedi Derdâ.
''Ben daha az'' dedi Derda.

 Bir daha da konuşmadılar.

Hakan Günday / AZ

Aralık 22, 2014

.: Keşfsever :.

bana Zeynep ismini koydular.
ama adımı ben aldım: Keşfsever.

tıpkı yaşamak gibi. bazıları onlara 'verilen' yaşamı ve yazgıyı yaşarlar.
bazıları da kendi yaşamlarını yani yazgılarını kendileri yazarlar. cüz'i iradelerince.
'adımı' koyma özgürlüğü veren Zatına hamd olsun.

2014, en uzun gecede çekildi.
24. yaşımda.


Haz.

















AZ.
Vaz.

Aralık 11, 2014

Keşfsever'in Ayelof'la 7 Durağı

Intro
"Bittikten sonra isim konur şiirlere"

Yazdı. Bir temmuz yazı. Keşfsever her zaman ki orman yürüyüşlerinden birine çıkmıştı. Gün parlak, güneş sarı ve orman kasvetli soğuk yeşilliğine nazaran en berrak yeşilliğindeydi. Âşık olmak için ne kadar güzel bir gün. Hayır, papatya toplamak için ve kırlarda etekleri uçuran türden koşmak için hakikatte. Beşeriyetin değil Kainatın güzelliğinde liriklenme günü.. Keşfsever’in içi nasıl da sarıydı o gün. Ne bir şey arıyor, ne özlemini çekiyor en müphem şeylerin ne de herhangi bir mazi gamının tesirindeydi. En berrak ve yalın hallerinden birindeydi o gün ruhu.
bu.

I
"Nothing's gonna change my Woorld, Nothing's gonna change my Woorld"
Beatles / Across The Universe
http://www.youtube.com/watch?v=PN9n1bAahg4
Ve ses. Bir ses. Oscar Wilde'nin parlak betimleri şarkı olmuş da çalıyor sanki sesi. Ormanda bir çocuk beyaz bir köpekle raks ediyor. Keşfsever öylesine mest oldu ki, kıpırtısız seyr etti. Tanrım, nasıl bir güzellik bu. Gözleri kara, teni bembeyaz, dudakları en masum pembe, saçları kumral ve gerçekten Yusuf soyundan bir çocuktu bu. Ama onu güzel yapan şey yüzünün roma heykelleri kusursuzluğunda değil bilakis kusurlu ama büyülü ve de çocuk masumluğunda olmasıydı. Üstelik hakikatte güzel olan ruhuydu. Ruhunun en latif bu sesiyle raks ederken gülümsüyordu çocuk. Dönüyordu, gözleri kapalıydı ve dudaklarında o uğruna soneler, beyitler ve de sonsuz sayıda güzellemeler dizilecek tebessümü taşıyordu. “Tanrım” dedi Keşfsever. “Tanrım, bu çocuk ne güzel. Onu tüm şerlerden koru.” Post modern bir tablo önü tahlil süresinden uzundu bu seyir ve de asla bir müze durağında değil. Hakiki bir seyrdi ve tam anlamıyla Bedii eseriydi.
Yürüdü. Ve birden aklına düştü.
“Bir çiçeğe sahip olmak isteyen onun güzelliğinin soluşunu seyretmek zorunda kalır.”*
Gözleri donuk, yüzü ifadesizdi şimdi.

II
Lacrimosa
Mozart / Lacrimosa
http://www.youtube.com/watch?v=k1-TrAvp_xs
İkindi olmuş, tefekküre dalmıştı ki, birden başını ormandan gelen sese döndürdü. Öğleyin gördüğü çocuktu bu ve bir kurt cesedine işkence ediyordu. Gözlerine inanamıyordu Keşfsever. Kurdu paramparça etmiş ve zavallı hayvanın zelil ve naçiz cesedini yüzünde öğlenki tebessümünün tam zıttı şeytani bir gururla ve tiksinmiş bir gülüşle seyr ediyordu. Katline ve zaferine karşı kimsesiz ormanda bile tekebbürdü. Kibre düşmek için başkalarının gözlerine ihtiyacı olmayacak kadar büyüktü kibri.
Dayanamadı Keşfsever ve en softa sesiyle bu tezatlar mahşeri küçük yaratığa baktı. “Sen, dedi. Sen Yusuf falan değil Azazil neslisin. Güzelliğin adi bir kibr bahanesi sana. Ve zulm edenlerden olacaksın sonunda nefsine.” “Bu mahlûka bunları yapmaya hicap etmiyor musun?” dedi, hakir, tepeden bakan, yargılayıcı ve en öfke dolu sesiyle. Katıydı. Huzur ve Musa kıssasındaki Musa’nın hızlılığı ve peşin hükümlülüğündeydi. Pis pis sırıttı çocuk ve zerre umursamadan gururla Keşfsever’in gözlerinin içine baktı.
“İntikamımı aldım. köpeğimi korkutmuştu, haddini bildirdim” dedi.
Ve koştu ormanın derinliklerine. Akşamın karalığı yeni bastırıyordu. Ve çocuk şehrin aşağısına gitmişti. Yüzünde alacağı intikamların hazzı ve içinde durmak bilmeyen bir şevk vardı. Koştu, koştu ve ormanın artık kara ve korkunç olan şeytaniliğine karıştı.
Keşfsever yazgısına sofuluğu koyan Yaratıcı’ya şükretti. Nesl-i Azazil olmadığına şükr etti ama yüzünde beyaz sofu kibri belirdi. Yargılarken öyle tepedeydi ki ve öylesine küçük görmüştü ki Azazil’i, en nadide şükür hazlarından biri sandı beyaz kibrini. Güçlüydü ve iyi’liği kendi iradesiyle seçmişti çünkü. Öyle sanıyordu. 
III
Walking With the Ghost
Kadebostany / Walking with the Ghost
http://www.youtube.com/watch?v=PQDK6x1i8jY

Kâbustu bu. Gecenin en kırmızı ve en siyah yerinde görülen bir kâbus. Gözleri kırmızı ve sureti siyah bir silüet ona doğru yürüyordu.  Yaklaşınca silüetin çok çekici bir adama ait olduğunu fark etti. Gaddar bakışlı, küstah gülümsemeli tam bir cins-i ateşti bu. Umursamadı ama içini kırmızı bir haz merakı bastırdı. Acaba bu adamı öpmek nasıl olurdu diye düşündü.  Haz’dan çok merak vardı. Ve bu merak keşf değildi. Düşüncesi bitmeden ışık hızıyla dudaklarına yapıştı siyah siluetli adam Keşfsever’in. Ve Keşfsever o zamana değin bembeyaz olan heykelini kırmızı, akışkan ve pür-i ateş halinde gördü. Kendini bırakıyordu ki birden aklına elleri elma kokan ilk kadın'ın sözleri geldi. “Utanıyorum” diyebildi. Kâbus değildi. Ama kâbus olmalıydı bu. Baştan çıkarılmıştı. Ve bunun nedeninin o beyaz sofu kibri olduğunu bir an olsun bile düşünemedi. Pişmanım, pişmanım ama keşf dedi. Keşf ettim dedi.
Geceyi sehere o gamlı eser bağladı. Ve ağladı. Pişman olması gerektiği halde pişman olamamasına. Ağladı biraz.
Bu eser notalarınca.
http://www.youtube.com/watch?v=aVlyzznCxkQ
Tuva Semmingsen / Lascia ch'io pianga







IV
Üç İntihar Çiçeği
Aradan bir susmak zamanı geçti. Ve yürüyüşlerin birinde bir mektup buldu Keşfsever, kağıtları sararmış ve zarfı pasaklı. İçini açtı ve belli ki bir öyküsü olan fakat diline hiç aşina gelmeyen mektuptaki şu sözlerin kalbini nasıl olur da bu kadar titreştirir olduğuna şaştı.
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan. Bir narin kelebek ölüsü. Göğsümde bir sevda kelebeği. Vahşi bayırların maralı, mor dağların kaçağı. Nazlıcan boşluğu aramızda.
Zarfı kapadı ve özenle bulduğu yere kondurdu, zarfı bile perişan düşmüş o mektubu.
V
Adsız-Sessiz
Sabah geldi. Sabah geldi. Ve sarıldı sabah’a Keşfsever. Bir cami önüne rast gelmiş sarılmalardaki gibi sarıldı. Büyük caminin kainat lambalı ışıkları altında yanyana fotoğraf çekilen sevgililer gibi sarıldı.
Ve üçüncü Kez önce Yusuf’a sonra Azazil’e benzettiği çocuğu gördü. Öğleydi. Muzip, çocuksu bir gülüşle bu sefer; "Merhaba. Merhaba ben Ayelof" dedi. Sofuluğunu elinden alan kırmızı-siyah gecesinden sonra tekrar gözüne masum ve çocuk gelen ve adının Ayelof olduğunu öğrendiği bu varlığa hiç de tepeden bakmadı Keşfsever bu defa.
Keşfsever’in yüzünde bir öğle güneşi parlatan bir soru sordu çocuk.“Yürüyelim mi" dedi.
Yürüdüler. Ormana, etrafa, beyaz zambaklara, kurdun şimdi kötü bir hatıraya dönmüş cesedine, narin kelebek ölülerine, kuşların "uç" seslerine, çiçeklerin elvurulmamış ve toplanmamış hallerine beraber bakarak, konuşarak, gülüşerek ve sonsuz hazda muhabbetler ederek yürüdüler. Dağlara tepelere çıktılar. Kamp kurdular beraber. Üşüdüler. Önce başına, sonra göğsüne sardığı kırmızı şalını sardı Keşfsever Ayelof'un bebeksi başına, "üşüme" dedi. Ayelof da tıpkı bir babaannenin olan kara çoraplar giydirdi Keşfsever’in ayaklarına.
Sonra elinden tuttu Keşfsever’in ve söyledi çocuksu bir inanç ve kararlılıkla: “Seni çok seviyorum. Hiç kaybetmek istemiyorum. Sonsuza kadar benimle kalacaksın.”
O an için dünyadaki en mutlu insanlardan biri oldu Keşfsever ama söylediklere inanmadı Ayelof'un. Asla yalan söylemeyen ama söyledikleri doğru olmayan farklı bir lisanın sahibiydi Ayelof. Yalan söylemiyordu ama bu dünyanın gerçekliğinde yaşamıyordu. Belki de çoktan azad olmuştu aklının iplerinden. Kara, zeki, ışıklı ve çocuk gözlerinin için bakıp gülümsemekle yetindi sadece Keşfsever.
VI
Yusuf’u Kaybettim Kenan İlinde / Laura's Murder
http://www.youtube.com/watch?v=BTHK_5IiHeo
http://www.youtube.com/watch?v=FWrKck5asuA
Şehrin aşağısına inmemeliydi. İnmemeliydi. Ama inecekti. Azazil yanı tutmuş ve inmişti bir gece yarısı. Ve kurtların saldırısına uğrayıp ormanda naif bir kelebek ölüsü bırakmıştı geriye.. Ama yüzündeki duru ifadeden bunun bir soysuz bir kurt savaşı değil, soylu ve amaçlı bir ölüm olduğunu anladı Keşfsever. Soylu bir ölümdü bu son savaşı. Kendi Azazil’iydi savaştığı ve diyet olarak da canını vermişti. Artık melekler kadar safiydi.
Ormanda bu sefer cansız ama yine de güzel, hala güzel o yüze bakarken işte tüm bu saklanmış an’ları anımsadı Keşfsever. Eğildi ve önce yanaklarından sonra alnından öptü Alyefo’nun.
“Sen öyle güzel bir çocuksun ki, tüm şerlerden korusun seni Yaratıcı.” Ve nedensiz sorunun hatırladı şimdi cansız olan bu sureti gördüğü anda ama’dan sonrasını getiremediği cümlenin.
“Ama bir tarladaki çiçeğe sadece bakmakla yetinirsen, o hep seninle olacaktır; çünkü çiçek akşamın ve günbatımının ve nemli toprağın ve ufuktaki bulutların parçasıdır. Orman bana bunu öğretti. Senin hiçbir zaman benim olamayacağını, o yüzden de seni hiç kaybetmeyeceğimi öğretti.“* Ve sıcacık damlalarla yıkadı masum suretin yüzünü. Alnında öptü ve gömdü dostunu.
Ve mezarının üzerine beyaz bir zambak soğanı ekti. Ve beyaz zambaklara bakıp söyledi;
"Belki meraklı ve keşf gözü açık çocuklar sularlar bunu da, mezarının üzerinde beyaz baloncuklar çıktığını görüp, senin cennete gittiğine inanırlar…"
VII
Einsamer Hirte  
Zamfir / Einsamer Hirte
http://www.youtube.com/watch?v=0Wv3Ya9nskA


Sonra bir güneş battı. Küçük prensin günbatımı seyr edişleri tadında bir ikindi seyrine tutuldu.
"Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur." dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem." dedi."**
(En'am 76)
Dudaklarında en masum pembe çocuk tebessümü ve gözlerinde ışk ışığı yine yollara düştü Keşfsever.
Ve ruhunun sesi olan o eser eşliğinfe mırıldandı kimsesiz;

"Ben hiçbir yerde durmamalıyım. Ben sürekli yürümeliyim."
Dostunun mezarına baktı ve yeni bir meçhule hicret etti.






https://www.youtube.com/watch?v=2sgPsNFqxC4

Zbigniew Preisner / Prayer


2014, Aralık.

Kasım 28, 2014

Karakın














http://www.youtube.com/watch?v=bB0r4WbehTY

Intro - Zeyn

Yusuf'un nuru karalar kadar ak
Yusuf'un ruhu safiler gibi pak

I- Keşf
Yusuf bu defa kara bir şovalye
Güzelliği aşikar değil bu Yusuf'un
Ama Yusuf, hakiki bir Yusuf
Kuyu karalığında bu Yusuf
Mefhum-u Muhalif Yusuf'u bu.

Gözleri gibi ruhu da kara bu Yusuf'un
Yusuf Yunan'ın kahhar Nemesis'i
Yusuf Mısır'ın şeddeli Firavunu
Yusuf sanki nesl-i Azazil.

Yusuf'un krallığı tek kişilik
Yusuf'un hırsı yok ademoğullarının en'i olmaya
Yusuf'un şanı yok el doğrayan kadınlardan
Yusuf'un ihtiyacı yok beşer tenezzülüne.

II- Seyr
Ama nasıl mümkün olabilir
Nasıl bu kadar ak gülebilir
Yusuf'un tebessümü şerh edilsin tiz.

Yusuf'un gülmesi gelincik titremesi
Yusuf'un gülmesi serçe öksürmesi
Yusuf'un gülmesi ihtizaz-ı kalp.

III- Haz
Yusuf ak, Yusuf ak, Yusuf ak
Yusuf'ta su yok, o zaman yak
Yusuf yak, Yusuf yak, Yusuf yak
Yusuf'a yanmak bile afrodizyak.

IV - AZ
Yusuf Müntekim olacak
Yusuf Kahhar'ın abdulu
Gözlerim ateş akacak seyr ederken Yusuf'u
Kalplerde bengisu yanacak.

Yusuf aşk, Yusuf aşk, Yusuf aşk
Hayır inkar ediyorum
Hayır, kafirim
Yusuf'u sevmek aşk bile değil.

V-Vaz
Yusuf'un nuru karalar kadar ak
Yusuf'un ruhu safiler gibi pak

2014, Güz.

Kasım 26, 2014

ZM / Yazmalık Yaşamak Biriktirmeye Gittim



Benim küçük kibirciğim eldeki şarap kadehine de, orta yaşlı ve gözlerindeki ışığı zekasına değil de libidosuna borçlu olan o adamlara da, Suriyeli küçük sabinin cüzdanımızdaki bozukluklar minik ve kirli ellerine şıkılasın diye bize medetlenmiş o bakışlarına da, zaafını aşk güzelleyen ruhu ürkek o beylere de ve hatta beyaz bir sabah namazına da keşf diyor.

Bunları birbirinden ayırtlayacak güne kadar yazmak boş ve zaman israfı. Zaten kitapçılar da kapaklarını o sefil ruhlarının tezahürü olan suratları kaplamış "bakıın, ben kitap yazdım" beşerleriyle dolmuş.

Kasım 15, 2014

At



bir at kadar hırslı. genç, gururlu, küstah bir at kadar. at. at.
hayattan tek bir şey istemeyen ve sadece koşan bir at kadar.
at. at.
ama. ama. varacak bir şey yok.

adımlarına kimse yetişemez.
ve koşmak isterse gerçekten.
soluğu sadece uçurum kenarında alabilecek bir at kadar.

o halde neden varılacak bir kervansaray yok?
at. at.

Ekim 30, 2014

Anlat Firuze.

Selanik. Adını müzisyenden almış mekan. Asla teskin olmayan bir sine. Fonda firuze. Ortayaşlı, çapkın adamlar. Güzel kahveler. Karşıda bar müdavimi gençler.

Bu akşam buradayım. Bu an'nın içinde. Kafamda bir sürü .oktan dünya endişesi.
Henüz alınmamış bir sipariş. Bedbaht sınav sonuçları. Umrumda mı dünya.

Ve;

"anlaat
bir zaman nee
dayanılmazz
güzelliktee
olduğunuu"

Ekim 24, 2014

Benim Cevabım Sensin

Hangısı daha guzel?

muhataptan duyulan "senın cevabın benım."
yoksa; muhataba soylenen, "benım cevabım sensın." cumlesı mı?

ikısı de bencıl. bırıne cevap olmak mı daha guzel, bırının bızım sorumuza cevap olması mı?

hangısının sorusu daha kıymetlı?

zıhnıme tecavuz edıyorlar. kalbımse 'benım cevabım sensın' durulugunda suyunu yudumluyor.


belki de bu yüzden; "Benım cevabım sensın" cumlesı, muhataptan duyulan "senın cevabın benım" cumlesınden daha bencıl degıl, sadece daha asık bır cumledır.

Ekim 19, 2014

5 Sahnede Taxi Driver(1976)

bu gözleri bir yerlerden tanıyorum.



Nancy Sinatra söylüyor: Bang Bang

Ekim 16, 2014

Büyük İskender

"husn-u zandan hazretı hakk'a senı men etmesın
curum ve ısyanın ne rutbe olsa da zenb-ı kebır

marıfetle kalbını tezyın eden ehl-ı kemal
zenbını afv-ı huda'ya karsı eyler sagır"

(allah'a husn-u zandan alıkoyacak kadar gunahını buyuk gorme. cunku rabbını bılen bır mumın ıslemıs oldugu gunahı o'nun keremı yanında kucuk addeder) 

ibn ataullah el-ıskenderı / hıkemul ataıyye

.: İslam Yeşili :.


Eylül 25, 2014

Lanet

Hiç üzülememek aynı zamanda hiç mutlu olamayacak olmaktır. Selam olsun ettiğim zühd duam, selam sana. Sonsuza kadar lanetledin beni.

Eylül 17, 2014

.: git başımdan :.


ZM / Uçmayı Öğretmek Yusuf'a

Ölümcüldür şefkat. Yok edilmeli.
Belki de bazı günler yazılmamak içindir. Belki de bazı insanlar hiç tanışmamış olmak için. Belki de bazı sınavlar girilmemiş olmak için. Belki de bazı yaşamlar hiç yaşanmamı…
Bir eylül daha ve depresyonum geldi. Ama ben hiçbir şeye pişman olmadım ki. Yazgıyı delicesine sevmek bu mu. Neredeyse her kayba bir güzelleme dizdireceğim. O zaman içimi ne ya da kim mutsuz edebilir? Pişman olma hissinden azad olmuş bir ruhu gerçekten ne mutsuz edebilir? Belki de mutsuzluk gibi mutluluğu da söküp atmayı başardım içimden. Gencecikken ettiği duası kabul edilmiş bir zahidim ben. Mutsuzluk gibi mutluluk da alındı sinemden. O halde malayaniden hangi şey bana tesir edebilir? Yoksa hala büyük cümleler kuracak kadar “küçüğüm”müyüm yine?
Bir Yusuf kaybettim. Hayır, kayb etmedim. Bir Yusuf öldürdüm. Güzelliğine bakmadan öldürdüm Yusuf’u. Öyle ki güzel kirpikleri vardı. En sevdiğim Yusuf’umu öldürdüm. Kıymadım. Ben bu azapla nasıl baş ederim? Ben bu azap’a, azad diyerek baş ederim.
Yusuf belki ölmezdi, Yusuf bu kadar beyaz olmasa. Yusuf’un gözleri beni ağlatmaktan başka bir işe yarasa. Yusuf içimde şefkatten bir nehir akıtmasa. Şefkatten kez kez nefret ettim. Şefkat benim düşmanım. Acımak, merhamet ve şefkat. Üçünden de kurtaracağım sinemi.
Yürümek için mi varım sadece? Neden herhangi bir durakta duramıyor bu sefil bedenim? Neden bir duraklık insanlar tanıdım hep? Hayır, neden bir serüvenlik yolculuklar yaşattım onlarla? Yoğun ama kısa serüvenler. Sadece akmak için var olmuş bir su’yum ben. Hiçbir denize varamayacağım. Hiçbir beldeye. Hiçbir insana. Gitmek için gelmişim hep.
O halde hatıralarla nasıl baş etmeli. Yusuf’un şefkatiyle. İçimdeki bu nehirle nasıl baş etmeli? Aptal ve zevksiz –üstelik fakir edebiyatı!- bir fotoğrafın ruhuma bıraktığı bu ıstırapla nasıl etmeli? Neden bir resimle bile baş edemiyorum bir Yusuf’u bile öldürebilmişken?
*
Yusuf ki, azap verenlerin en güzeli.
Yazgımı sevmekten ve yola devam etmekten başka ne kaldı.
Yusuf, hoşça kal.
Azad olan ben değil, sendin. 
Kuş sendin, kafes ben.  
Sadece uçmak nedir bilmiyordun. Öğreneceksin. Öğreteceğim sana.
Sana uçmaklar, bana azaplar.
*
Belki de bazı günler katiyetle yazılmak içindir. Belki de bazı insanlar ne olursa olsun tanışmak için. Belki de bazı sınavlar ne kadar zor olursa olsun girilmek için. Ve belki de bazı yaşamlar inadına yaşanmak için.
Amor fati.

Eylül 04, 2014

Hüzün Kırsın Zincirlerini



 G. F. Händel / Lascia ch'io pianga (Antichrist OST)

"bırak da ağlayayım
zalim kaderim,
ve özgürlüğüm için iç çekeyim.
hüzün kırsın zincirlerini
ızdırabımın, merhamet aşkına"

Ağustos 24, 2014

Gözlerinden Başka Pencereleri Olmayan Kadınlar

Jean P. Sasson / Sultana
"Ağabeyim Ali'ye secde etmiştim. Onu tanrı sayıyordum. Olmadığını nereden bilebilirdim ki. Eğer ağabeyim tanrı değilse, neden ona tanrı gibi davranıyorlardı?"

"Kadınlarımız daha çok küçük yaşlarında karşı gelmektense, kurnazlıkla elde etmeyi öğrenirler."

"Ancak babam oğlunun bu başarısının annemden kaynaklanmadığına inanırdı, çünkü, çocukların zihinsel üstünlükleri ancak babalarına çekmiş olmakla açıklanırdı."

"Sara 2 yıl önce, adet gördüğünden bu yana peçe takmaya başlamıştı. Peçe onun kişiliğini ezmiş, ruhunu karartmıştı."

"Zafer nefret doğurur çünkü yenik düşen mutsuzdur!"

"Dayanamadım bu yüksek sesle, bu gerdanlığın bir celladın ilmeğinden farksız olduğunu söyledim."

"Kadın, erkeğine hizmet etmek, zevkini tatmin etmek ve ona çocuk doğurmak için yaratılmıştı."

"Ülkemde gazetelerin, bir erkeğin karısını ya da kızını "uygun davranış" iddiasıyla ölüm cezasına çarptırılmasıyla ilgili olayları övgüyle yazdıklarını çok görmüşümdür."

"...Ali'ye yeryüzündeki bütün kötülüklerin kadınlardan kaynaklandığını söylerdi."

"Yüzü peçeliydi ama ben onun yanaklarından yaşlar süzüldüğünü biliyordum."

"Bütün ama bütün erkeklerin aşağılık yaratıklar olduğu konusundaki ilk düşüncelerim pekişti."

"Babam bu yeni malından pek hoşnuttu, çünkü çocuk karısıyla kendi dairesine kapanarak, orada uzun saatler geçiriyordu."

"Muhammed'in bildirileri ondan sonra gelenler tarafından yanlış aktarılmış, çünkü Tanrı, dünya nüfusunun yarısını, bunca kedere layık görmüş olamaz."

"O da tıpkı Madeline gibi gündüzleri çalıştırılıp geceleri tecavüze uğruyordu."

"Benimle evlenirse dedim, başka karılar alamaz yoksa onları ilk fırsatta zehirleyeceğimi söyledim."

"Bir başka grup da, cinsellikten alabildiğine nefret ettiklerini, kocalarının onlara tecavüz ettikleri sırada gözlerini kapatıp bu işin bitmesini tiksinti ve nefretle beklediklerini anlatırlardı."

"Annemle aynı kuşaktan Suudi kadınları, eğer tek bir sözcükle tanımlanabilirlerse, bu ancak beklemek olabilir."

"Ömer'e göre kadın çok güzelmiş. Tam tanrının emirlerine karşı gelecek bir tipti demiş.

"Bütün amerikalı kadınların orospu olmadıklarını elbette biliyorum. Arkasında durup, üzerinde 'bu adam sizi küçümsüyor ve hor görüyor. eğer ona evet derseniz, sizi damgalayacak ve dünyaya orospu olarak tanıtacak' yazılı bir levha tutsam ne hoş olurdu dedim."
 
"Mesele ilkeldi. Sekiz yıldır evliydik, kendisine yeni cinsel birleşmelerin kapısını aralayacak bir pasaporta gereksinmesi vardı. Belli ki kocam aynı yemeği yemekten bıkmıştı, kendine damak tadına uygun yeni bir şölen arıyordu."

"Ne acıdır ki beni yarayalanların hepsi erkekti. Bunun sonucu olarak, karşı cinsten hiçkimseyi saygıya değer bulmuyordum."

"Bana kızını idam edince, aşırı dincilerin kendisiyle ailesini rahat bırakacaklarını düşünmüştü. Anlatırken gülüyordu. Şu an ağabeyimden ne kadar nefret ediyordum!"

"Gözlerim kendi kanımdan, canımdan en değerli varlığımın ardından bakarken, kocamla oğlum elele tutuşmuş, camiye bensiz giriyorlardı.

kendimi dünyada gelmiş geçmiş en yalnız kişi hissettim."

*


Sultana okuyucularına şu mesaj vermemi istedi: Onun geleneklere karşı çıkan ruhu bu kitabın sayfalarında isyan ediyor. Ama isyanı gizli kalmalı, çünkü o, yaşamın bütün davalarına karşı çıkacak güçte olmasına karşın, değerli çocuklarını kaybetmeyi hiçbir zaman göze alamayacak.

Ağustos 05, 2014

Kuple

"Ben bır denızım
Ben bır denızım
Kendı ıcımde tasan

Ben bır denızım
Ucsuz bucaksız
Kıyısız, hur bır denız.."


Ezgının Gunlugu / Kıyısız Denız

Temmuz 31, 2014

Şarkım.



Şarkım çünkü ilk seferde insanı vuruyorsa bir şey bir şekliyle ona aittir. Üstelik içinde yağmur geçen hangi şarkı kötü olabilir? Tanışma an'ı ise. N'yle bir kez daha Karadeniz yolu ve N'nin şarkıları. Şarkılar seçiyor ve dinliyoruz beraber. Ve şimdi bir şarkı başladı..

Sonra defalarca çaldı..

Temmuz 25, 2014

Hırkası Pembe Pamuk Şekeri Derviş

Yemin ederim ki gerçek bir sevgi mülke malik olmayı düşlemez
Hayır, kurmak istemez bir krallık taşları insan uzvundan olan
Yemin ederim ki safi bir sevgi arınmıştır beşeriyettten.

Gökkuşağı kimin olabilir ki
Ya da kim sahiplenebilir bulutları
Hayır hiçbirinizin değil, hayır kimsenin
Kimse açtıramaz Bedi'nin çiçeklerini
Hayır, olamaz kimsenin hakiki bir güzellik.

İçinde fahişe geçen derviş öyküleri
Nakışları zühdden olan öykülerden güzel olabilir
Bir beden, beyaz, bakir, zahid ve sofu
Evet, bir fahişe daha meryemdir bakirse eğer ruhu.

Hırkası pembe olamaz mi bir dervişin
Ya da dilinde en edepsiz şakalar
Hayır hiçbirinizin değil, hayır kimsenin
Kimse sahiplenemez veli'nin sıfatlarını
Hayır, olmaz kimse sahib-i edebin.

Güzelsin, koyduğu kadar rahman içine
Güzelsin, tırnak boyunda kaplumbağalar büyüttüğün için
Güzelsin, inci toplar gibi topladığından onları.

Güzelsin, zikredelim 26 defa
Haydi ya cemal çekelim 26 defa
Güzelsin, güzelsin
Ve tam 26 defa.

*

-Across the Universe eşliğinde, Karadeniz'in yeşil dağlarından geçerken-

Temmuz 21, 2014

S'onsuz

"Bir çiçeğe sahip olmak isteyen onun güzelliğinin soluşunu seyretmek zorunda kalır. Ama bir tarladaki çiçeğe sadece bakmakla yetinirsen, o hep seninle olacaktır; çünkü çiçek akşamın ve günbatımının ve nemli toprağın ve ufuktaki bulutların bir parçasıdır.

Orman bana bunu öğretti. Senin hiçbir zaman benim olmayacağını, o yüzden de seni hiç kaybetmeyeceğimi öğretti. Yalnızlık içinde geçen günlerimde sen benim umudumdun, kuşkuya kapıldığım anlarda sen benim kaygımdın, inanç anlarında sen benim kesin kararlılığımdın. Bundan sonra aşk’ın özgürlük olduğunu hep hatırlayacağım. Öğrenmesi çok uzun yıllar alan ders işte buydu."

P. Coelho

Müphem Şiir

-Hayatınız bir şiir olsa ismi ne olsun isterdiniz?

-O şiire isim veremezdim. Çünkü bittikten sonra isim konulur şiirlere. 

Temmuz 18, 2014

İkibinlerin Çocukları

Biz ikibinlerin çocuklarıyız. Körfez savaşında doğduk. Bosna bombalanırken çocuktuk. Irak bombalanırken büyüyorduk. Şimdi genceciğiz ve Filistin'inde bebeklerin ölmesini TV'de seyrediyoruz.

Temmuz 14, 2014

Olanlar Oldu Bana



Esma Redžepova / Čaje Šukarije (Abre Babi Sokerdžan)

evet, 1:04'deki ezgi yüzünden delirebilirim.

*

Ajda Pekkan / Olanlar Oldu Bana

Aranjman müziklerden harika 70'ler şarkılarından. Candan Erçetin'in Sevdim Sevilmedim'i de aynı müzikten çıkma. Ajda Pekkan'ın 2 versiyonu var, biri 1972, diğeri ikibinler versiyonu. İlki daha naif ama ben yeni halini sevdim.

Mest eden tarafı acıyı eğlenceli bir şekilde nasıl bu kadar güzel hissettirebiliyor dedirtmesi. Hareketli bir şarkı bu ama şarkıyı sevmek ve ritmine ruhu uydurmak için o kadar da hareketli yaşamak, hissetmek, aşık olmak gerekmiyor. Yeter ki son sesle dinleyin. Beni bile sallandırmayı başarabildiyse.

Temmuz 13, 2014

ZM / Gazze'de Bebekler Ölür Biz Yine Yaşarız

Gazze’de bebekler ölür biz yine yaşarız. Utanmadan yaşarız. Hala bir işimiz olmadığına dertleniriz. Neden daha konforlu yaşayamadığımıza. Güzelleşmeyi düşünürüz, eşe dosta şık görünmeyi. Aman bir ayakkabı daha alsam ne olur'u düşünürüz.

Gazze’de bebekler ölür, bir üç kuruşluk aşk acısı çekeriz. Ah kalbimiz ne çok incinir. Beyaz atlı prensler düşünürüz. Ah aşk düşünürüz biz, meşk düşünürüz malayani malayani.

Gazze’de bebekler ölür tivitırda İsrail’e bok atarız ancak. Elimizdeki Coca Colalarla bok atarız ancak. Nestle hala çikolata pazarının çeyreğine sahip olur bu ülkede.

Gazze’de dünyanın kendilerinin yüzü suyu hürmetine yaratıldığına inanan(!) kendinden olmayan tüm insan kardeşlerini “gom” olarak gören, ruhları kin ve kibirle hastalanmış, şeytan kibrini din saymış, bebekleri ve kadınları öldürecek kadar kalpleri kin bağlamış bu insandoğmuşlar Kudüs’e Cennet Krallığı kurmayı düşünür. Hayır, Cehennem Krallığı.

Gazze’de bebekler ölür, gerzek gerzek cümleler düzeriz peş peşe. Elimizden bir şey gelmiyor bari oturduğumuz yerden küfredelim'i seçeriz suçlu suçlu. 

Gazze’de bebekler ölür ve doğmuş olmaktan başka meziyeti olmayan bu sefil bedenim, mazlum kaderim, güçsüz kollarım, kırılmış kalbim, öfkeli ruhum, öfkeli ruhum, öfkeli ruhum, milyon kere öfkeli ruhum koltuk üzerinde kendini yiyip bitirir boş yere.

Kendimi, tüm mazlumların sefilliğini ve bu lanet olasıca mazlum karakteri sana şikâyet ediyorum Müntekim. Sana halimizi şikâyet ediyorum. Güçsüzlüğümüzü ve nefret ettiğim mazlumluğumuzu.

Mazlumluktan nefret ediyorum. Müntekim istiyorum, Müntekim istiyorum. Sadece Müslümanlar için değil, tüm dünya mazlumları için Müntekim istiyorum.

Gazze’de bebekler ölmesin ve Gazze’de tüm insanlık zalime karşı Müntekim olsun. Artık yenilmesin. Nolur yenilmesin. Kahretsin, nolur yenilmesin.

Temmuz 07, 2014

Çalıkuşu

"inanmak değil ki insanı yıkan
inanamamak."

Çalıkuşu, 3. Bölüm, Feride

*

Tıpkı çocukken ve genç kızken olduğu gibi. Çalıkuşu izlemek. Onlarca bölüm olmuş ama ben yeni başladım -çünkü evimde televizyon yok, çünkü son on ayımı ders çalışarak(!) değerlendirdim(!)- Ama şimdi yaz tatili. Sahneleri atlayarak gidiyorum çünkü 1 bölüm için bir buçuk saat çok fazla. Müthiş kıymetli(!) zamanımı bu şekilde zayi edemem, öyle değil mi. 

Ve bir tespit, istediği kadar direnç göstersin, istediği kadar 'ben farklıyım' desin her Türk kızı bu romanı sever. Çünkü muhafazakar bir toplumda bir aşk en edebi böyle işlenir. Muhafazakar toplumlarda kadınların tutkusu vararak değil, kaçarak gösterilir.

Gerçi ben romanından çok Aydan Şener'li mini dizisini sevmiştim. Ama bu da fena değil, Burak Özçivit sırıtmamış, Fahriye Evcen zaten olmuş. Ve Osmanlı'nın en sevdiğim zamanları atmosferi filmde bu zamana uyarlanmamış, çarşaflar, uzun etekler ve Osmanlıca kelimeler kalmış. Bu kadar da minimalistim.

Temmuz 05, 2014

5 Temmuz

Bugün 24. Kez benim doğum günüm. Günlerden cumartesi. Hicri takvimde Ramazan ayı. Dünya'nın, Güneş'ten en fazla uzaklaştığı, yörüngede en yavaş döndüğü gün'den bir gün sonrası. 
burda;

Bugün 24. Kez benim doğum günüm. Çoğunda olduğu gibi bu günü de özel bir şeylere rast gelme umuduyla geçireceğim. 

Bugün 24. Kez benim doğum günüm. Bir yaş daha almak istemiyorum artık. Büyüdüğünü son kez anlamanın ve bunun devam etmesinin artık istenmediği yaşmış.

Bugün 24. Kez benim doğum günüm. Her bir yıl sanki 1 saatmiş de toplana toplana 24 saat etmiş ve geçmiş 1 gün gibiyim. (3 günlük dünyanın 1 gününü yaşamışım bile)

Bugün 24. Kez benim doğum. Ve yaşamımın en dinç, en güzel ve en ilkbahar bu gününde memur(!) olma umuduyla değersiz bir sınava gireceğim.

Temmuz 03, 2014

İntizar

Esirgeyen ve Bağışlayan'ın bile affedemeyeceği tek günah şirk ise, ilahi bu hissin de affedilmez günahı budur. 
Her kim ki aşkta şirk koşarsa, duyduğu aşk helak olsun. 

Haziran 30, 2014

Haziran 25, 2014

Over the Rainbow



Aselin Debison / Somewhere over the Rainbow
(Kamakawiwo'ole yorumu bile değil, 1990 doğumlu bu kızın söylediği.)

*

tıpkı aşk gibi mutluluk da umulmadık zamanda gelir
mesela idare hukuku sonrası bir halk otobüsünde

hayır, manik bir neşe mutluluk değildir. eksiktir, eksiktir
kahkahaysa mutluluğa hiç yakışmayan elbisesi
gerçek bir mutluluk ki içinde bir damla da olsa gözyaşı vardır
tıpkı gökkuşağının güneşten daha mutlu olduğu gibi
güneş istemiyorum, güneş istemiyorum

gökyüzü varken insan nasıl mutsuz olabilir

bir film çekseydim ve aşk filmi deselerdi
tek başına gök'ün yüzüne bakarak dönen biri olurdu son sahnem
hayır, ne bir kavuşma, ne aptal mutlu son tekerlemeleri

biz ki delirmek için varız bir güzelliğe
güzelliğe, onun güzelliğine

güneş verme bana, umrumda değil güneş
yüzüne ağladığım ve yüzüme gülen
gök'ün en güzel yüzünü

gökkuşağını ver bana.

Haziran 21, 2014

Haziran 19, 2014

.: ruhnevaz :.































bu ruhnevaz eserler;
http://apalkin.deviantart.com/

Ruhnevaz: Ruhu okşayan. Ketumi deyişi.

Haziran 14, 2014

.: ruh ağacı :.


















Lars Von Trier / Nymphomaniac, 2013

*

Kimilerinin sapkın bulduğu bana ise sadece başka bir rengi gelen cinselliğin kara yüzünü meczupça anlatan bu filmden benim aklımda kalan en vurucu sahnelerden biri bu oldu. Diğerleriyse bilinçaltımın en mahrem yerlerine dokunup, zihnimin bakir kalan bölgelerindeki tasavvurlarının -afedersiniz- içine edip Bach'in 3 yüzlü melodisi tadında inletip gitti.

Yine de en çok "işte benimki de bu!" diyeceğim ağacı bulmayı zihnimin bir yerlerine kondurdu. Evet, bir gün benim de bir ruh ağacım olacak. Türünü, şeklini, nerede yaşadığını bilmiyorum ama o ağaçta "çok güzel bir çirkinlik" olacak.

Kuple XXVIII

"her uzak şey gibii
öyle yalnızz, hayal
yalnız rayiha ve renk
şarkı, şarkı halinde kaal"

Yaşar / Şarkı Halinde Kal

*

Şiirler güzel şarkılar doğurur, evet. Cahit Sıtkı Tarancı'nın 'Sen de Her şey Gibi'sinin Yaşar'a 'Şarkı Halinde Kal' olması gibi. 

"Uzak bir yere git, ne olur içimde, her zaman bir ümit'"in ümitini "bir mil" diye duyduğum güzel şarkı.

ya da,

"Yalnız rayiha ve renk"ini "yalnız dahiyane" diye duyduğum latif şiir. 

Haziran 09, 2014

"Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olsaydım"

Karakterinde yağmur olmayan çorak bir şehrin, ağlaması, bu kadar çok ağlaması, yağmur ikliminde yaşayan biri için ne güzel.

"Yağmur çağıracak kadar güzel" tanımlaması yapan şairler var bu ülkede. Hamd olsun.

Haziran 07, 2014

.: ben aramıyorum, rastlıyorum :.







Picasso'nun sınav kağıdı.
Yazı o kadar güzel ki..  

Rast makamı.

Ve ne güzel oldu, yolda ani bir kararla gidilen sergide -ki Erwin Olaf diye bir fotografçı da tanıdım- hak ettiği değeri çoktan bulan büyük ressamın okunur okunmaz ruha dokunan o sözü.

"Ben aramıyorum, rastlıyorum."

Haziran 04, 2014

ZM / İçimde Mümin Betimler Var

Akşam karası, gök gürlemesi ve Kocatepe'nin balkonları. Akşam ezanı okunmamış ve lambalar yanmamış henüz. Sarı ışık loşluğu ve hoşluğunda ortam, yazdım ki yandı şimdi lambalar. Ve gök gürlüyor iyice. Şimdi de 'toplanma yerine' Mikail'in bağırışları düşüyor. Keşke fırtına çıksa. İkindi yağmuruna zaten tutuldum, paçalarım zaten çamurlu, üstüm başım da helak olsa. Beş liraya aldığım naylon şemsiyem dağılsa. Helak olsa. Helak olsa. Caddeler kalabalık, burası ıssız. İçim kalabalık, dışım sessiz. Belki de biraz expresyonist olmalıyım. Aylardır buradayım ve ilk kez bir ezan vakti bekliyorum. Beklemek bana göre değil oysa. Son an'a yetişmek, koşar adım yetişmek benimkisi. Lambalar sönsün. Yağmur delileşsin ve fırtına çıksın. Bu bozkır yanıklığına bir fırtına vursun. Öyle kuru kuru durmasın fırtına çıksın. Fırtına çıksın. Fırtına çıkarsa gök expresyonist davranmayı başarıyor demektir. Ve şimdi yağmur sesleri. Sağanağa dönüşmüş yağmur sesleri. Güzellikleri de yaratan zatına hamd olsun.

Mayıs 25, 2014

ZM / 1 Gün

Göz açmak. Göze görüntü olarak düşen dekoru anlamlandırmaya çalışmak. Kim olduğunu bulmak.

Sanki bir sonraki yıldan kesitler görüyorum rüyaları’yla uğraşmak.

Aynaya bakmak.

Zorla kahvaltı yapmak.

Konuşmak. Bir adamla konuşmak. Her gün ve sıkça konuşmak.

Giyinmek, ütü, aynalar. Üvey gibi, düşman gibi sevilmeyen saçlar. Hiç sevilmeyen. Çirkin saçlar. Aynada yüze bakmak. Fondöteni yanakların kızarıklığı gözükmesin diye kullanmak. Sadece gözleri vurgulamak. Maskara ve göz kalemi. Ruj sevmemek, kullanmamak. Ojeler gibi sevmemek. Aynalar. Hep aynalar.

Kapıları kilitlemek. Evi terk etmek.

Otobüs beklemek. Yan koltuğu bir kez daha yaşlı ve dişlerinden sesler gelen bir amcayla paylaşmak.

İnmek. Yine ve hep Suriyeliler görmek. Kirden kararmış, ufak bir bebek ayağı görmek. O kadar kirli ve o kadar masum bir kızbebek ayağı görmek. Pembe cüzdanı sözde şefkatle açmak. Paradan ve verme hissinden utanmak. Demir paraları kirli bebek ayağına yakın bir yere koymak. Bebeğin yüzüne gülümsemek. Kendini sahtekâr ve budala bulmak. İyilik(!) ve pembe cüzdan.

Derse gitmek. -“Selam naber, ales nasıldı?” -“Kötüydü ya. 75. Sen?”

Mescit. Göz açıp kapanıncaya kadar süren sözde ibadet. Durmak yok, yola devam, kâfir inatla yapılan, sakar ibadet.  

Kantin. Oyalanmak.

Çıkmak, çıkmak. Özgürlüğe çıkmak. Yıldırım hızıyla, sert adımlarla, yüzde kibirle çıkmak. Bir lahza yaşanılan anı sevmek.. Rüzgârın yüzden yana esmesi.. Vücudun ahenk içinde olması, güzel ve güçlü yürümek.. Hafif gülümsemek.. Siyah ve derviş bakmak..

Yolun gelişi yürümek. Yolun gelişi bir mağazaya girmek. Uzun boylu çocuğun arkadan gelmesi. İlgilenmesi. Orda bulunması umulmayan bir elbise uydurmak. “Evet, beyaz keten gömlek vardı” duymak. Gülesi gelmek, durumu kotarmak, çıkıp yollara karışmak.

Yk’ye girmek. Kitaplar, kitaplar. Kez kez girilen, hiç alınmayan.

Yemek.. Sevmemek. Tavukdürümdöner. Ucuz ama tok tutsun diye. Caddeyi gören balkonlu masaya oturmak. Karşıdan karşıya geçenlere bakmak. Kuyunun dibine bakar gibi bakmak. Bakar gibi düşmek.. 1 adam görmek. Hayır, adam değil. Bir oğlan. Kara bir oğlan ve kesinlikle buralara ait değil. Belki de Ortadoğulu. Mısırlı. Ama zayıf. Yüzü güzel mi bilmiyorum ama 45 saniye kesintisiz bakmak. Öyle çok bakmak ki, siyah ve namlu gözleriyle karşılaşmak. O kadar siyah ki korkmak. O yerde, ben tepede balkonlu masadayken. Hayır, aptal bir "karşılaşma romantizmi" değil.

İçinde muhafazakâr bir öykücünün söyleşisi olan o kafeye denk gelmek. Girmek. Soru sormak. Kitaplar, kitaplar, ne de güzel kitaplar. "Portakal bahçeleri.." Muhafazakâr kalmadığıma şükretmek..

Yollar.. Uzun ağaçlar. Uzun ağaçlar. Baş yukarda. Ve şimdi gökyüzüyle sevişen, arasından güneş sızan yapraklar.

Yürümek, yürümek. Karşıda bir mikrofon. Kahretsin kamera da. Çocuk beni durdurdu. “Katılır mısınız?” İkna ve 30 saniyede 5 cümle hızıyla konuşmak. Yüzde katmerli sırıtık, tekrar rüzgâra karışmak..

Ders. “Ne güzel okuyorsun, spiker gibi.” Oysa okurken sadece gerilmiş olmak.

Otobüs. Aynı güzergâh ama yine ve bir şey ararmışçasına bakılan yol. İnsanlar otobüste neden hüzünlü. Gidiyorlar ama varamıyorlar diye mi. İstedikleri yere. İstedikleri yere.

Varmadan gelmiş olmak. İnmek. Market. “1 kilo kiraz.”

Kapıları açmak.

*

Sonrası?
Sonrası kaç kez daha süreceği bilinemeyen ani ve kısa ölümlere yakalanmak.

Uykulara..

Mayıs 23, 2014

ZM / Kalbimin İçi Evim Olsa

Goya / San Isadore Çayırında Festival, 1788
Varlığı mutlu edemeyen ve hiçbir zaman edemeyecek olan ama yokluğu mutsuz eden o kahrolası şey yüzünden.
O şey ki, içinden bir sürü izm çıkartan.
O şey ki adı bile niteliksiz, çirkin: Para. Kapital. Maddiyat. Beşeriyet. Malayani.

Kendimi niteliksiz hissettiğimde yazmalıyım. Yazmak benim en güzel savunma mekanizmam. Kavgada, münakaşada yenilebilirim. Bir çift göz karşısında güçsüz düşebilirim. Biricik gururum bile alaşağı edilebilir. Ama yazarsam, yenilmem. İyi yazdığımdan falan değil. Yazmak, hayata varoluşumun savunması. Ve harfler, skolastik dönemden kalma zırhlarım.
Ölsem, yenilmem. Ölsem de yenilmem.

Bu budala gururdan cilalı girizgâh, aynada düşmüş yüz, karanlık gözler ve yalnızlığını ‘tekim ben’ telkinleriyle susturan solgun yüzün aynadaki aksi sadece. Mızmızlanabilir ama ağlayamaz.
İçim çok fazla kızcoçuk.
Oysa ben kadın olmaya karar vermiştim.

*

Şehrin elitlikten en uzak semtinde yaşıyorum. Karşı mahallenin hakir gördüğü, şefkatle baktığı semtinde yaşıyorum. Mart’ın ortasından beri, ev arkadaşlarıyla çekilmez olan, çözümü tek yaşayacağım da bulunan, 2 günde araştırılıp, taşınılan bu semtinde yaşıyorum. Dosto’nun, Gogol’un seveceği tek artısı şehrin en güzel yerlerine yakın olan bu semtinde yaşıyorum. Görüş açımda “kırıkkalp konduları –gecekondu değil- en az evleri kadar içleri de izdiham olan, hiç tanışmayacağım uzak komşularımla yaşıyorum. Duvarımda Picasso, koltuğumda 3 ayda bir düzineyi bulmuş sahaf kitapları, kurumuş çiçeklerim, çikolatalarım, boyumu çoktan geçmiş test kitaplarıyla an kara bir yerin hüzünlü bir semtinde yaşıyorum.

Dairem, semtin yarısını doldurmuş yeni yapılardan kırıkkalp kondularına tepeden bakan bir apartmanda. 1.kat. 1+1 ve doğalgazlı. Mutfak dolaplarım yeni ve temiz parkelerim de var. Minicik bir kirası ve faturaları olan bu evi hangi niteliksiz öğrenci istemez.

*

Hareket sadece oyalıyor. Taşınmak da öyle. Son 2 seneme 5 ev girmiş. Son bir senenin geçirilmiş ev’releri ise evlerden daha fazla.
Ne kadar kalacağımı ve zamanın beni asla kestiremediğim hangi semtine götüreceğini bilmeden ve asla tahmin edemeden yaşıyorum.
Ev mevhumunun artık bedene de sığmadığı, kalbinin götürdüğü yerle de alakalı olmadığını, gerçekten ait olduğum yerin neresi olduğunu bilmeden yaşıyorum.

Belki de yıllar önce yazılmış o iki satırdan ilkinin sırası geldi şimdi.

“Kalbimin içi evim olsa..”